orta yaşlı adam, koltuğundaki evrak dosyasıyla resmi daireden içeri girdi. yorgun olduğu belli oluyordu. “her gün bu daireye gide gele usandım be!” diye söylendi. “İşim bir türlü olmuyor, yokuşa sürülüyor. ne yapmalı bilmem ki? bugün ne olacak bakalım!” orada gördüğü bir sandalyeye oturup biraz dinlenmek istedi. tam sandalyeye oturmak üzereydi ki, hizmetli koşarak geldi: “dur bakalım” diye bağırdı. “o sandalyeye oturman için sana kim izin verdi?” adam hayretle, “bu sandalyeye oturmak için izin almak mı gerekir?” diye sordu. “tabi ya, dedi hizmetli. belki o sandalye başkasınındır. adam bir sorar be!” Öğretmen etrafına bakındı, “kime sorulacak?” dedi. hizmetli diklendi, “kime olacak, bana!” diye bağırdı. “biz burada eşekbaşı mıyız?” “yahu git kardeşim başımdan” dedi adam. “zaten yorgunum. bir de seninle uğraşamam. ekşiyip durma!” “ben senin nereden kardeşin oluyorum, vazife başında memura hakaret ha! gösteririm ben sana. ekşimek senin gibilerinin işidir.” “İlle de bir şey göstermek istiyorsan müdür beyin odasını göster.” “ne yapacaksın müdür beyi?” “bu da sorulur mu? turşusunu kuracak değilim her halde!” hizmetli gene sinirlendi, tehditle parmağını salladı: “ağzını bozma, fena yaparım sonra. müdür beyin odası şurası ama giremezsin” diyerek bir yeri işaret etti. “niye giremezmişim?” “yasak. müdür beyin işi var. İçeriye kimseyi almamamı söyledi.” “Şu sandalyeye oturup işi bitinceye kadar bekleyeyim bari.” “hayır. orada oturamazsın. hizmetlilere aittir o sandalye.” adam çaresizlik içinde ellerini iki yana açtı: “İçeri girmemi engelliyorsun, burada beklememe karışıyorsun. sen insanı deli edersin vallahi. bu kadarı da olmaz yani.” “fazla konuşma, alırım ifadeni. müdür beyin işinin ne zaman biteceği belli olmaz. en iyisi, sen bugün git, yarın gel!” “gide gele yol ettim burasını. yeter artık be! azmettim, işimim bitirmeden bir yere gitmeyeceğim. var mı bir diyeceğin?” hizmetli bıyık altından güldü: “dur bakalım. sen bu kafayla daha çok gider gelirsin” diye konuştu. Öğretmen eliyle para işareti yaptı: “elimi azıcık oynatsam işim hemen olurdu değil mi?” hizmetli yumruklarını sıktı: “bana bak, çok ileri gittin sen, diye bağırdı. bizi rüşvetle mi suçluyorsun?” “kimseyi suçlamıyorum, dedi adam. bu işler çoğu zaman böyle oluyor.” hizmetli, adamın üzerine yürüdü, dövecekmiş gibi elini kaldırdı: “suçluyorsun, diye bağırdı. onlar orada birbirleriyle çekişirlerken müdür yanlarına geldi, öfkeyle: “ne oluyor burada?” diye bağırdı. “bu ne gürültü böyle?” “hadise çıkarıyor efendim, dedi hizmetli. İsterseniz polise teslim edelim.” “hayır efendim, dedi adam. suç kendisinde, vatandaşa güçlük çıkarıyor.” müdür adamın sesini duyunca kendi kendine: “ben bu sesi bir yerden tanıyorum ama nerden?” diye söylendi. “Ünlü birinin sesine benziyor. açık vermeye gelmez. böyle dedikten sonra adama döndü tamam efendim, sinirlenmeyin. hallederiz işini” diyerek onu içeriye aldı.hizmetliye döndü “beyefendinin elindeki dosyayı al, gerekli yerlere ilet. hadi durma, yürü!” diye bağırdı. hizmetli şaşırdı, “İyi ama efendim...” diye kekeledi. müdür yüzünü buruşturarak ona eliyle gitmesini işaret etti: “hadi, ne söylüyorsam onu yap. fazla konuşma. Çabuk git gel!” dedi. hizmetli boynunu bükerek, “baş üstüne efendim” diyerek dışarı çıktı. müdür, odasındaki koltuğu işaret etti: “Şöyle buyurun efendim, dedi. İşiniz tamamlanıncaya kadar burada oturup istirahat edin. merak etmeyin. Çok beklemeyeceksiniz.” adam teşekkür ederek koltuğa oturdu. kendi kendine, “müdür bana niye bu kadar ilgi gösteriyor acaba, hangi dağda kurt öldü?” diye mırıldandı. müdür, adama sigara tuttu. “teşekkür ederim. kullanmıyorum.” müdür, özür dileyen bir tavırla: “sormam bile hata, dedi. sigara sesinize zarar verir diye içmiyorsunuz değil mi?” “böyle bir kaygım yok, dedi adam. sağlığa zararlı diye içmiyorum.” müdür, sigara paketini cebine koyarak, “ne mutlu size! ben bir türlü bırakamıyorum bu mereti” diye içini çekti. “İnsanın alışkanlıklarından sıyrılması zor tabi ama azmederseniz bırakırsınız. azmin elinden bir şey kurtulmaz” dedi adam. müdür yapmacık bir tavırla: “nasılsınız, işleriniz nasıl gidiyor, yeni projeleriniz var mı?” diye sordu. adam güldü, “teşekkür ederim. İyi diyelim de iyi olalım. siz nasılsınız?” müdür içini çekti, “teşekkür ederim. İyiyim ama sizin kadar değil.” “yok canım, daha neler...” “siz iyi olmayacaksınız da biz mi iyi olacağız?” adam acı bir gülüşle, “doğru! sadece oynamak için zillerimiz eksik” diye konuştu. müdür onun alaycı sözlerini duymazlıktan geldi. “İşiniz zevkli, kazancınız yerinde. sizin yerinizde olmak isterdim doğrusu.” “İşim zevkli ama kazancım yerinde değil.” “boşuna itiraz etmeyin. bir de bana bakın. akşama kadar dört duvar arasında çile dolduruyorum. rahat yüzü gördüğüm yok.” “eğer çile doldurmak buysa” diye dudak büktü adam. müdür, adamın kulağına eğildi: “Çok hayranınız vardır değil mi?” diye sordu. “Üç beş hayranım vardır belki ama onlar da işleri bitince arayıp sormazlar.” “aman efendim, çok alçakgönüllüsünüz.” “alçak olmaktansa alçakgönüllü olmak iyidir.” o sırada hizmetli içeri girdi, elindeki dosyayı müdüre verdi. müdür imzalayıp adama uzattı, “buyurun. İşiniz tamam” dedi. adam dosyayı alırken şaşkın bir tavırla: “sahi mi?” diye sordu. “beni günlerce niye beklettiler öyleyse?” “kusura bakmayın. sizi tanıyamamışlardır, dedi müdür. İşiniz bittiğine göre, buyurun, bir şeyler içelim birlikte. “İşim acele, dedi adam. başka zaman içeriz.” müdür ayağa kalkarak adamın elini sıktı: “Öyleyse güle güle size. bunu saymam. gene beklerim. muhakkak gelin ama.” adam kapıya doğru yürürken, “olur. gelmeye çalışırım” diye konuştu. müdür onu durdurdu: “kusura bakmayın, dedi. sesiniz bana yabancı gelmedi. ses sanatçısı mıydınız?” adam alayla güldü: “yok canım. nerde bizde o şans?” “o zaman muhakkak bir tiyatroda, televizyon dizisinde oynuyorsunuz.” “yaptığım iş tiyatroya benziyor ama değil!” “anladım! televizyonda, sinemada seslendirme yapıyorsunuz.” “sınıfta yapıyorum ben o seslendirmeyi.” “efendim? anlayamadım. sakın sunucu falan olmayasınız?” “evet, sunucu sayılırım bir bakıma. her gün bir şeyler sunuyorum öğrencilerime. daha hâlâ anlayamadınız mı? Öğretmenim ben, öğretmen!” “hay allah!” diye elini alnına vurdu müdür. başını salladı, “tamam. Şimdi aklıma geldi. bize türkçe dersine gelmiştiniz. kusura bakmayın hocam, çok değişmişsiniz.” adam içini çekti, sitemle müdürün yüzüne baktı: “değişen ben değilim oğlum. siz değişmişsiniz. değişmeseydiniz öğretmeninizi bu kadar çabuk unutuvermezdiniz.” müdür utanarak önüne baktı: “güle güle” diye elinin uzattı. “yine beklerim.” “hoşça kalın, dedi öğretmen. ben de sizi, sizleri bize beklerim.”