yalnız olmayı hiç istemediği halde yalnızdı işte. her geçen gün çeşitli nedenlerle çevresindekiler kopmuşlardı ondan. Üstelik kişilerin yaşlanıp bir çok yetilerini kaybettikleri bir dönemde olurdu bu. yalnızlık yavaş yavaş ama mutlaka gelirdi. balkon kapısından zorlayarak geçirdiği sallanan sandalyesinde oturmuş, sırtını kasım güneşinin ılık çığlıklarına yaslamıştı. neredeyse tüm gün güneş almasına karşın, o hala evinin ışıksız olduğunu düşünür ve üzülürdü. \"hep güneş olsa\" derdi. \"hatta geceleri bile batmasa\". ama şu anda asıl canını sıkan ve bir türlü kabullenemediği, liseden beri arkadaşı olan nerminin yaptığıydı. Çok uzun süredir görmediği bir kaç arkadaşıyla, ne zorlukluklardan sonra nihayet bağlantı kurmuş ve bugün öğleden sonra nerminin evinde toplanmaya karar vermişlerdi. Çoğu, nerminle okuldan arkadaşlarıydı. bu birlikteliğin kendi evinde olmasını en çok da nermin istemişti. adresler ve telefonlar verilmiş, toplantı günü ve yeri kararlaştırılmıştı. ne var ki bir saat önce çalan telefonda nermin toplantıyı iptal ettiğini, çünkü kaplama olan bir dişinin gece düştüğünü, asla böyle bir görüntüyle , uzun süredir görmediği o insanların karşısına çıkamayacağını söylüyordu. eski arkadaşlarını bulmadaki sıkıntıları ve zorlukları kendi yaşamış, organizasyonu da tek başına yapmıştı. neden sanki nerminin israrlı tutumuna karşı koymamış ve toplantının kendi evinde olması konusunda baskı yapmamıştı. o zaman nermin, tek dişi yok diye katılmaz ama o bir daha asla biraraya getirilmesi mümkün olmayan onca arkadaşını görüp çok mutlu anlar yaşayabilirdi. ne kadar da anlamsız bir nedenle boşa gitmişti bunca çabası ve çoşkusu... ağlamaklı ve çeresiz otururken yıllar öncesini hatırladı. o yıl yeni evlenmişlerdi. İkisi de bankada memur. günlerden cumartesiydi. ayın son günü. pazartesi maaş alacaklardı. biraz gezmişler, ufak tefek bir şeyler alıp tüm paralarını tüketmişlerdi. ceplerinde ancak eve gidecekleri yol paraları vardı. pazar günü nasıl olsa para harcamadan evde geçirilebilirdi. o sırada gördü yılmaz güneyin umut filminin afişini. İçinde dayanılmaz bir arzu vardı. mutlaka görmeliydi o filmi. o yıllarda pazartesi günleri değişirdi filmler. pazartesi günü maaşlarını alıp paraları olduğunda film de değişmiş olacaktı. birden aklına lise yıllarında doldurtup, üzerine altın kaplama yaptırdığı dişi geldi. son zamanlarda yemek yerken ara ara düşer olmuştu. her seferinde onu yerine takar, gidip yapıştırtmak için bir türlü zaman ve para bulamazdı. hem ne zaman kardeşiyle kavga etseler ona \"haydi şişman işine, yandım altın dişine\" deyip onu kızdırmaz mıydı? eli yavaşça dişine gitti. tırnağının ucunu kaplamayda diş etinin arasına sokup hafifçe aşağıya doğru itti. evet yine oynamıştı yerinden. ufak bir hareketle onu çıkarabilirdi. Üstelik yalnızca çok güldüğünde görülebilecek kadar gerideydi. onun orada olmadığını çok kişi anlayamazdı bile. yine de yapmayı düşündüğü bu eylem kocasından asla onay bulmazdı. buna emindi. ona, sinemanın bulunduğu pasajdaki tuvalete gidip makyajını yenileyeceğini söylediğinde, kocası bunun gereksiz olduğunu söylemiş, yine de üstelememişti. tuvaletin bulunduğu kat aynı zamanda kuyumcular çarşısıydı. tuvalette dişindeki kaplamayı çıkartıp bir mendile sarması bir kaç saniye sürdü. kuyumcuların vitrininin önüne geldiğinde, dükkan sahipleri onu farkedip içeri davet ediyorlardı. nedense tedirgindi. İçerisi boş olan ve başı önünde yaptığı işle ilgili bir dükkan sahibinin dükkanını seçip içeri girdi. adamın başını yaptığı işten kaldırıp ne arzusu olup olmadığını sormasına fırsat bırakmadan altın kaplamayı kuyumcuya uzattı. Şimdi sıra kocasına görünmeden pasajın üst katında bulunan simemaya çıkıp biletleri almasına gelmişti. Öyle ya biletleri görünce artık sinemaya girmeye itiraz edemezdi kocası. nasıl olsa olan olmuştu. bilet alma işini de büyük bir çabuklukla tamamlayıp, yarım saat sonra başlayacak olan matineye iki bilet almıştı. geriye pazar günü de isterlerse dışarı çıkıp köfte yiyebilecekleri kadar bir para da artmıştı. taşan bir kararlılıkla ama sakin geldi kocasının yanına... kasım güneşinin çığlığı andıran çoşkusu çabuk bitmiş, yerini fısıltıyı andıran bir serinlik kaplamıştı. artık içeriye girmeliydi.